Basit öğe kaydını göster

Akarslan, Metin
Fener, Alpaslan
2016-08-31T10:00:44Z
2016-08-31T10:00:44Z
2016-05-27
http://hdl.handle.net/20.500.11834/3377
Bu görüşme, İstanbul Kalkınma Ajansı'nın desteğiyle, Bilim ve Sanat Vakfı tarafından, "Sözlü Tarih Araştırmaları Veritabanı ve İstanbul'un Mekansal ve Kültürel Çeşitliliğine Yönelik Uygulama Örnekleri Projesi" başlığı altında gerçekleştirilmiştir. Bu proje kapsamında yapılan görüşmelerin sayısı 33'tür.tr_TR
Metin Akarslan, 1939 yılında İstanbul ilinin Beyoğlu ilçesinde doğar. Çocukluğuna dair ilk hatıraları Karagümrük’te geçirdiği zamanlara aittir. Dedesi ve babası Fındıklı’da ikamet ederler. Dedesi Tophane ustabaşısı İbrahim Efendi’dir. Karagümrük’te Uzunyol isimli sokakta oturmaktadırlar. 27. İlkokul olarak bilinen Karagümrük İlkokulu’nda eğitim hayatına başlar. Çocukluk döneminde resme ilgisi başlar fakat kalemi kağıdı dahi yoktur. 5. sınıfa kadar 27. İlkokul’da okur ve daha sonra Sultanahmet Sanat Okulu’na devam eder. Sanat okulunu yarıda bırakarak darphanede çalışmaya başlar. Askere gidene kadar darphanede çalışır. İbrahim isimli ağabeyi de darphanede çalışmaktadır. Matbaada mürettiplik öğrenir. Baskılar, sabaha kadar 67-70 kişi çalışarak yapılır (04:30). Askerliğini 1960 yılında Ankara’da yapan Akarslan, bir gün alarmların çaldığını ve silahların patladığını duyar. Harp okulundaki öğrencilere silah verilip tank okulundaki askerlere verilmediği için askerler silah deposuna hücum eder. Binbaşı olayı engellemeye çalışsa da silah deposunun kapısı kırılır ve askerler silahları alıp Ankara’ya gider. İhtilal sırasında radyo sürekli yayın yapmakta ve silahlı kuvvetlerin yönetime el koyduğu duyurulmaktadır. Adnan Menderes, havaalanında yakalanıp harp okuluna getirilir. Harp okulunun etrafını tanklar sarar; üstünde ise helikopterler dolaşır. Adnan Menderes’in kaçırılması önlenmek istenir. Bu sırada sivil bir kamyon taranır (08:45). İhtilal sırasında koğuşa bir subay gelerek ailelere mektup yazdırır. Mektupta ihtilali öven cümleler yazmaları ve duyulan memnuniyeti dile getirmeleri istenir. Harp okulunun spor salonu muhalif subaylarla dolar. Arkadaşı Namık Gedik’in ölümünü anlatan Akarslan, arkadaşının ölümünün intihar gibi gösterildiğini söyler. Cemal Gürsel harp okuluna geldiğinde cumhurbaşkanına servis yapar. İhtilal sırasında birçok kişi tutuklanır ve harp okulu cezaevi vazifesi görür (13:50). Babası Kadri Efendi İstanbul doğumludur. Fevziye Mektebi ve Kabataş İdadisi’nde eğitim alan babası, çeşitli devlet görevlerinde bulunur. Edirne’de telgraf memurluğu yaparken Edirne işgal edilir ve İngilizler tarafından esir alınır. Uzun süre esaret altında kalan babasının bacaklarında birçok kurşun yarası vardır. Babası esaretten döndüğünde Mahmut Şevket Paşa öldürülür ve babası cinayet şüphelisi olarak gözaltına alınır. Bir akrabalık ilişkisi vesilesiyle bu suçlamadan kurtulur (20:30). Çocukluk ve gençlik yılları Karagümrük’te geçer. Gençliğinde Vefa Stadı’nın yeri dutluktur ve orada gazoz ve su satılmaktadır. Vefa Stadı'nın yakınında bir tekke olduğunu ve bu tekkenin önce Nakşibendi, daha sonra ise Cerrahi Tekkesi olduğunu söyler. Tekkenin yan tarafında bir saray vardır ve orada güvercin yakalamaya çalışırlar. İnşaatlar yapıldıkça sarayın kapandığını ve en sonunda sarayın üstüne beton atılıp kapatıldığını söyler. Sarayın olduğu yer eskiden ağaçlık olduğu için Koru Dağı adıyla bilinmektedir (23:50). Aksaray’a yakın olan kısımlardaki bahçelerden İstanbul’un yiyecek ve içecek ihtiyacı karşılanır. Çöpler, tek atlı arabalarla toplanarak Edirnekapı Şehitliği’nin alt tarafına dökülür. Bu civarda kiraz, dut ve incir gibi meyve ağaçları vardır. Eskiden kara gümrüğü, Karagümrük’te olup semte develerle mal gelmektedir. Bahçelerde ve halde çalışarak geçimini sağlayan Akarslan, halde çalışırken yaşadıklarını anlatır (27:30). Edirnekapı ve Ayvansaray taraflarına gezmeye gidilmektedir. Bu civarda at ve eşek kesilip sucuk yapıldığını anlatır. Ablası İffet Akarslan, yazısı çok güzel olduğu için maliyeye girer. Diğer ablası Afet Akarslan ise ev hanımıdır. Ağabeyi Recep Akarslan’ın Kasımpaşa-Dolapdere arasında dolmuş şoförlüğü yaptığını ve Morus Mustafa adıyla bilindiğini söyler. Diğer Ağabeyi İbrahim Akarslan marangozdur ve darphanede çalışmaktadır. Ağabeyi Şevket Akarslan, dökümcülük yapmakta ve resme ilgi duymaktadır. Akarslan’ın babası hat sanatı ile ilgilenir ve arkadaşı Hattat Hamit ile camilerde hat çizer (31:40). Cağaloğlu’nda Hattat Hamit ile karşılaşmasını anlatır (34:30). Nakşibendi tarikatına mensup olan annesi cömert ve yardımsever bir kadındır. Kadınlar evlerde toplanıp zikir çeker ve kendisini de gözcü olarak kapıda bekletirler. Bu buluşmalar, 40 günde bir Akarslan evinde olur. Bir çuval fasulye getirilir ve zikir sırasında kullanılır. Bu tür ibadetler, dönemin şartlarında yasaktır. Annesinin sobadan ateşi alıp Allah diyerek mangala koyduğunu ve ellerinin yanmadığını söyler (37:55). Kayınvalidesi Mekke, eşi ise İstanbul doğumludur. Yer sofrasında herkes tek kaseden ve kendi önünden yemek yer. Sandalye ve masayla evlendikten sonra tanışır. Ekmeği hiçbir zaman bıçakla kesmezler ve besmele çekerek elle bölerler. Kalabalık bir aile oldukları için kardeşleriyle bir odada yatar (42:00). Annesinin babası Tulumbacı Hasan Reis’tir. Dedesinin büyük bir meyve bahçesi vardır. Bir gün tavukların kümesindeki samanların içinde bir bavul bulur. Bavul ağzına kadar parayla doludur. Dedesi İstanbul’a gelen Beyaz Ruslarla ticaret yapar ve para kazanır. Daha sonra bu Rus paraları tedavülden kalkar (45:50). Kızıl ve Beyaz Ruslarla ilgili anılarından bahseden Akarslan, İstanbul’da Kızıl Ruslar’ın sürekli mendil dağıttığını ve kendisinin de bunlardan aldığını; bu mendillerin üzerinde ıslanınca orak-çekiç filigranının belirdiğini anlatır (48.17). Bu propaganda komünizmi yaymak için yapılmaktadır. Kalle denen ve yeşil domates ile pirinçten yapılan Çingene yemeğinin bugün bilinmediğini söyler. Ekmek fırınından hamur alıp kızartırlar. Harp yılları olduğu için yemek konusunda sıkıntı çekilmektedir. Fatih Camii’nde fakirlere yemek dağıtılır. Edirnekapı Şehitliği’nde ise paşalar tarafından ıskat parası olarak küçük altınlar dağıtılır (50:30). Dini ve milli bayramlara değinen Akarslan, halkın eğlence kültüründen bahseder. Adile Naşit’in babası Naşit Özcan’ın ve Kel Hasan’ın tiyatrolarını anlatır. Dönemin sinemalarında insanlar ayakta film izlemektedir. Şehzadebaşı’nda sinemaya, Beyoğlu’nda tiyatroya gittiğini anlatır. Darphanede çalışırken tiyatro biletleri de basmaktadırlar. Muammer Karaca’nın oynadığı Lüküs Hayat isimli oyuna gider. Oyunda Muammer Karaca’nın söylediği bir sözden dolayı içeri alındığını anlatır. Daha sonra tiyatro kapatılır. Tiyatrocuların sahneden değil, halkın arasından sahneye çıktığını söyler (57:35). Aile üyelerinin birbirleri ile ilişkisinden bahseden Akarslan, ebeveyninin çocuk sevgisine değinir. 29 Ekimde doğduğu için ablası adını Cumhur koyar fakat babası adını değiştirir. Çok zayıf doğduğu için yaşamayacağı söylenir. Dönemin salgın hastalıklarından bahseder. Ahşap evlerde tahta kuruları vardır ve sürekli yangın çıkmaktadır. Vefa’da boza ve şıra içmenin bir problem olduğunu ve içenlere iyi gözle bakılmadığını ifade eder (01:02:10). Çocukluğunda arkadaşı ile Karagümrük’ten Beyazıt’a gezmeye gider ve polisler tarafından yakalanır ve Şehzadebaşı’ndaki ahşap karakol binasına götürülür. Karakola gittiğinde babasının Şehzadebaşı Karakolu’nda komiser olduğunu öğrenir. Babası evden uzaklaştıkları için kendilerine kızar ve bekçiyle eve gönderir. Eşi Güler Akarslan ile görücü usulü ile evlenir. Nikahlar kıyıldıktan sonra eşi, bir sene babasının evinde kalır (01:08:00). İlk çocuğu Levent Akarslan’dır ve bir şirketten emekli olur. Küçük oğlu Bülent Akarslan da bir firmada çalışmaktadır (01:09:30). 22 yaşında evlendiği için bekar hayatı yaşamaz. Her Cuma akşamı Beyoğlu’na çıkmak için berbere ve hamama gidildiğini anlatır. Askerde çarşaflara kurumuş ot doldurarak kendilerine yatak yaparlar. Akşamları her yeri tahtakuruları sarar. Tahta kuruları ve bit o yıllarda çok yaygındır. Askerlik anılarını anlatan Akarslan, askerliği boyunca çok çalıştırılır (01:16:00). Çocukluğunda bile ve uçtu uçtu gibi oyunlar oynar. Bile dönemin bilyesidir. Uçtu Uçtu denilen oyunun nasıl oynandığını tarif ederek dönemin oyuncaklarından bahseder (01:19:00). Askerlikten dönünce bir süre darphanede çalışır. Devlet Malzeme Ofisi’nde çalışırken akşamları resim yapmaya başlar. Resme başladığı zaman manzara ve çiçek resimleri popülerdir. Kendisi de manzara resimleri yapar. Şaban Mavigöz isimli, binaların girişlerine resimler yapan bir ressamla tanışır. Bu ressamla anlaşarak her akşam yaptığı ağlayan çocuk resimlerini satmasını sağlar. Resimlerin bir tanesi 75 liradan satılır. Bu sırada Acıbadem’den Bahariye’ye taşınırlar (01:24:10). Akarslan burada tanıştığı resim öğretmeni İsmet Toprak'ı çalışırken izler. Kendisinin piyasa resmi yaptığını ve çok satılan bu piyasa resimlerine kasap resmi denildiğini belirtir. Hayat Mecmuası ile birlikte ülkede Fransız ekolü de tanınmaya başlar. İsmet Toprak’ı izledikçe sanat anlayışı oluşur ve kendine özgü resim tarzını bulur. Sanat resimleri çok satılmamaktadır. Türk ve dünya sanatı hakkındaki düşüncelerini açıklar. Uzun süre piyasaya manzara resimleri yapar ve resimleri mobilya mağazalarına satar. Resim yaparken alkol kullandığı için zamanla bağımlı olur (01:36:00). Alkol bağımlılığı fırça kullanamamasına neden olunca parmaklarıyla resim yapmaya başlar. Fırçasız resim yaparken parmaklarında oluşan yaraları önlemek için bez kullanarak resim yapar. Böylece sanat camiasında ismi duyulmaya ve fırçasız ressam olarak anılmaya başlar. İspanya’nın Luga şehrinde resimleri hem sergilenir hem de satılır. İlhan isimli biri ile tanıştığını ve kendisine sponsor olduğunu söyler. Sponsorla aralarında geçen bir hadiseden sonra bir daha sponsorla çalışmaz (01:41:15). Bu dönemde Nişantaşı’ndaki Hobi Sanat Galerisi’nde ve daha sonra Bahariye Akbank’ta sergiler açar. Akbank sergisinde 50’ye yakın resmi satılır (01:45:00). Bu sırada meslek hastalığı kireçlenme başlar. Bir gün akrabalarıyla Trakya tarafında bir sahil köyüne tatile gider. Dalgaların gücüyle sahile çarpar ve bacağında kırık oluşur. Denizde yaşadığı bu kazayı ve kaza sonucunda yaşadıklarını anlatır. Açtığı sergiler sayesinde uluslararası üne kavuşmaya başladığını ifade eder. Toplamda 47 tane sergi açmış olup özellikle New York’ta açtığı sergi önemli bir dönüm noktasıdır. Daha sonra Kanada’da bir sergiye katılır. Müzayedeler, galeriler, konsiye sergiler hakkında konuşur. Buralarda çok fazla sıkıntı çektiği için atölyesinden dışarı çıkmadığını belirtir. Sanat dünyasında çok satan resimlerin neden çok sattığından ve şişirme sanatçılardan bahseder (01:57:00). Atölyesine gelerek resimlerinden birini almak üzere kaparo veren bir genç tabloyu almak için 8 sene sonra gelir. Ve tabloyu çerçevesi yapıldıktan sonra alacağını söyler. Tabloyu almaya 2,5 sene sonra gelir ve bu sırada Akarslan, tabloyu başka birine satar (02:02:00). Yine benzer bir anısını aktaran Akarslan, sanat anlayışını, tarzını ve etkilendiği akımları anlatır (02:06:00). Kazım Taşkent’teki sergisini açarken yaşadıklarından bahseder. Kendisi alaylı olduğu için sergi açmasına sıcak bakılmamakta; mektepli alaylı ayrımı yapılmaktadır. Sanat anlayışının yurtdışında yankı uyandırdığını fakat yurtiçinde önem verilmediğini ifade eder (02:11:50). Fransa’da açtığı sergi sonrasında ATV’de Seynan Levent’in sunduğu Akşama Doğru programına konuk olur (02:15:00). Fransa’da sergi açmanın zor olduğunu; Ermeni Lobisi’nin kültür çevrelerine hakim olduğunu söyler. Sanatkarın, sergi ve müzayede gibi sanat merkezlerinde aracılar olmadan yer alması ve sergi açmadan resim satması mümkün değildir. Sergi açmama nedenlerini anlatan Akarslan, resimlerini vefatından önce bir vakfa vermeyi düşünmektedir (02:21:00). Çocukken gördüğü bir resim tekniğini uzun yıllar sonra kendi katkılarıyla geliştirerek bu sentetik teknikle 30 tane resim yapar. Resimler, çerçeveci tarafından mahvedilince aynı akşam üzüntüden kalp krizi geçirir ve 17 gün yoğun bakımda kalır. Uzun süre bu teknikle resim yapmaz. 10 yıl sonra bu teknikle yapmaya başladığı resimlerin bir kısmını satar. Özellikle Japonların satın aldığı bu tarzdaki resimlerin müzeye girmesini ister. Müzelerin aktif olmayıp müzelik olduklarını düşünmektedir. Özel müzelerle irtibat kurmaya çalışır ve bu tarzda yaptığı eserlerin özel müzede yer alması için uğraşır fakat bir sonuç alamaz (01:30:05). Akarslan, okumaya çok meraklı değildir. İlkokuldan sonra Sultanahmet Sanat Okulu’nun torna tesviye bölümünde okur. Bir sene sonra devamsızlık nedeniyle okuldan atılır. Kendi çabasıyla Osmanlıca öğrenir. Anne ve babası Osmanlıca bilmektedir. İlk olarak Kur’an-ı Kerim okumasını öğrenir ve bunun Osmanlıca öğrenmesine katkı sağladığını söyler. İmzasından bahseden Akarslan, imzasını stilize bir şekilde eski harflerle attığını dile getirir (02:34:10). İstanbullu olmak kavramı üzerine düşüncelerini söyler. İstanbul’un yerlisi olduğunu düşünen Akarslan, İstanbul’un yerlisi denilince akıllara gayrimüslim vatandaşların gelmesini eleştirir. 2003 senesinde Hacc’a giderken yaşadığı bir anısını anlatarak İstanbullu olmak kavramından bahseder. Gençliğinde arkadaş grubuyla beraber adaya gider ve vapurda müzikle dans ederler. Gençliğinde her türlü dansı bilmektedir. Dini eğitimini anne ve babasından alır. Alkolü bırakmasından ve namaza başlama sürecinden bahseder. Uyurken Yasin Suresi'ni okuyan eşinin Kur’an-ı Kerim öğrenmesini ve namaza başlamasını anlatır (02:41:20). Eskiden Allah diyenlere yobaz gözüyle bakılmaktadır. Gayrimüslimlerle ilişkileri iyi olup askerde Ermeni arkadaşları vardır. Yakın arkadaşlarının, komşularının, alışveriş yaptığı esnafın arasında gayrimüslimler de vardır (02:47:00). 6-7 Eylül’den sonra araya düşmanlık girdiğini söyler. Edirnekapı Camii’nin arkasındaki Ermeni mahallesi, binlerce kişi tarafından talan edilir. Evlere giren kalabalık, eşyaları pencerelerden atarken polisler herhangi bir müdahalede bulunmaz. Dükkanlar yağmalanır ve sokaklar köprüye kadar eşyalarla dolar (02:50:00). Gayrimüslimler arasında zanaat ehli insanların bulunduğunu ve bu sanatçıların Türkiye’den ayrılmalarının büyük bir kayba neden olduğunu belirtir. Yurtdışında yaşayan Ermenilere resim satan Akarslan’ın Ermeni komşuları da vardır (02:53:31). Dönemin siyasi olaylarının içinde yer almadığını ve yaşananları basından takip ettiğini söyler. Türkiye’de sanatın ve sanatkarın yerine de değinen Akarslan, 1980 ve 2000 yılları arasında sanatın ve sanatkarın altın çağını yaşadığını, insanların sanata ve özellikle resme yoğun bir ilgi gösterdiğini belirtir. 2000’den sonra bu yükselişin tersine dönüp çöküşe geçtiğini ve özellikle resim alanında ilginin azaldığını belirtir. Resme azalan ilginin esas sebebi ekonomidir (03:00:00). Sanat üreten ve sanatkar yetiştiren eğitim kurumlarını ve eğitimcileri eleştirir. Akademiye girmek isteyen öğrencilerden ve akademiye öğrenci hazırlayan ressamlardan bahseder. Akademide tek tip insan yetiştirildiğini düşünür. Ressam olmanın ve Türkiye’de iş yapmanın zorlukları karşısında sanatçıların kabuğuna çekildiğini belirtir (03:08:40). Türk resim sanatından bahseder. Türkiye’de ekonomik anlamda üst seviyede olanların kültür açısından zayıf olduklarını, sanata ilgi ve yönelimlerini danışmanların belirlediğini dile getirir. Türkiye’deki akademilerin sorunlu olduğundan ve akademilerin halka açılması gerektiğinden bahseder. Resme ilgi duyanlar, akademiye sınavsız alınmalıdır. Okula girmek, okumak ve mezun olmak ayrı zorluklar taşımaktadır. Akademide sadece basmakalıp şeyler öğretilir. Dünya çapında Türk ressamların olmaması, devletin resim sanatını desteklememesinden kaynaklanmaktadır (03:16:25). Anadolu yakasının İstanbul olarak kabul edilmediğini ve sur dışının Trakya bölgesinden sayıldığını söyler. Kızıltoprak’ta, Münir Nurettin’in yeri ve bunun dışında yalılar ve restaurantlar vardır. Moda’da etrafı çevrili kadınlar plajından bahseden Akarslan, balığın bol olduğunu dile getirir. Gençlik yıllarında gittiği Küçüksu’nun üst kısımlarında dans salonları vardır. Eniştesi, Topkapı’daki lastik fabrikasında Zonguldak’taki maden işçileri için çizmeler üretir ve bunları konvoyla Zonguldak’a nakleder. Çizmeler, konvoyun geçtiği köylerdeki halka ücretsiz olarak dağıtılır. Eniştesinin cömert biri olduğunu ve Çelik Palas’ı kapattığını söyler (03:24:15). İstanbul’un eski halini Mekke ile karşılaştırarak anlatan Akarslan, eski İstanbul’un bugün yaşamadığını ifade eder. Görüşmenin başında bahsettiği betonla kapatılan saray, bir Bizans sarayıdır. Beyazıt, Aksaray ve Topkapı bölgeleri zaman içinde çok değişir (03:28:00). Sultanahmet’te köftecilerden önce Bulgarların işkembeci dükkanları vardır. Arnavutlar Eyüp Sultan’da muhallebici dükkanları işletir. Hiç alışamadığı Kadıköy’ün çok ilerleme kaydetmediğini belirtir (03:30:00). Müzik zevkinden bahseden Akarslan, teknolojinin bilgiye ulaşmada kolaylık sağladığını belirtir. İnsanoğlunun tekamül edemediğini ve tekamül etmesi için uzun süre geçmesi gerektiğini ifade eder (03:35:17).tr_TR
Bilim ve Sanat Vakfı (BİSAV)tr_TR
İstanbul Kalkınma Ajansı (İSTKA)tr_TR
03:35:34tr_TR
audio/x-mpegtr_TR
audio/x-wavtr_TR
turtr_TR
info:eu-repo/semantics/openAccesstr_TR
1960 İhtilalitr_TR
Aydemir, Talattr_TR
Türkeş, Alparslantr_TR
Menderes, Adnantr_TR
Gedik, Namıktr_TR
Gürsel, Cemaltr_TR
Kocatopçu, Şahaptr_TR
Karagümrük (Fatih, İstanbul, Türkiye)tr_TR
Tarihi Yapılartr_TR
Kasımpaşa (Beyoğlu, İstanbul, Türkiye)tr_TR
Esnaflartr_TR
Ailetr_TR
Evliliktr_TR
Dini Yasaktr_TR
6-7 Eylül Olaylarıtr_TR
Moda (Kadıköy, İstanbul, Türkiye)tr_TR
Kadıköy (İstanbul, Türkiye)tr_TR
Eğlencelertr_TR
Sosyal Yaşamtr_TR
İstanbul (Türkiye)tr_TR
Eğitimtr_TR
Çalışma Hayatıtr_TR
Sinematr_TR
Tiyatrotr_TR
Metin Akarslan ile sözlü tarih görüşmesitr_TR
Görüşmetr_TR
1939, İstanbul; T.C.; Erkek; Ressamtr_TR
Türkiye, İstanbul, Kadıköy, Bahariyetr_TR
Iv9J7ZLvMFktr_TR


Bu öğenin dosyaları:

DosyalarBoyutBiçimGöster

Bu öğe ile ilişkili dosya yok.

Bu öğe aşağıdaki koleksiyon(lar)da görünmektedir.

Basit öğe kaydını göster